20 Şubat 2011 Pazar

Neredeyse 1 ay olmuş birşeyler karalamayalı. O zaman geçen haftalarda neler yaptım, neler yaşadım üstünden geçeyim bi değil mi ama :)

2 hafta önce Bilgi Üniversitesi'nin Santral kampüsünde İstanbul Fashion Week '11 kapsamındaki Gamze Saraçoğlu defilesini izleme fırsatım oldu. Kurstan çıkıp koştura koştura oraya gittim. Açıkcası kıyafetler ve renkler çok hoşuma gitti. Ama o günden aklımda kalan detaylar, defile ve kıyafetlerden çok, defile çıkışında arkamdaki İngiliz çocuğun mankenler hakkındaki yorumları ve çıkışta shuttle şoförüyle yaşadığımız hoş diyalogdu. Bulunduğumuz ortamdaki insanlar ve onların şımarık davranışlarından sıkılan shuttle şoförü amca, arabaya bindiğimizde erkek arkadaşımın selamınaleyküm demesiyle resmen bizi bağrına bastı. Gözleri parladı adamcağızın :) O 2 dakikalık zaman aralığında bir içini döküşü vardı ki görmeyin yani, istesek evimize bile bırakırdı bizi valla. :) Sevgiyle ve tebessüle hatırlıcam o amcayı :))

O hafta uzun zamandır görmediğim sevgili arkadaşım Pınar ile görüştüm ve inanın insanın sevdiği ve yakın gördüğü arkadaşlarıyla kısacık bile olsa birlikte zaman geçirip 2 çift laf etmesi çok iyi geliyor. O gün başıma gelen bir ilginç olay daha. Yine kurs çıkışı Pınar'a yetişmek için Kadıköy'den 4 numaralı otobüsü beklerken elimdeki kocaman GS torbasını gören bir GS'li amcanın yanımdan geçerken kulağıma eğilip burada bir GS'li daha görmek çok hoş diyişiydi. O amca da meğersem kızını GS Basketbol kursundan almış eve dönüyorlarmış. Bana çok denk gelir, sokakta bişi olur hiç tanımadığınız insanlarla komik dialoglara girersiniz, dışarıdan gören tanıdık sanır ama sadece 2 snlik bir duygu düşünce paylaşımıdır ama insanı mutlu eder. Hala  birbirine gülümseyen ve saygı duyan insanların olduğunu görmek çok hoş :))

Diğer olayım aynı gün Pınar'ı çok sevdiğim ve sürekli gittiğim yerlerden biri olan Caddebostan Cafe Nero'da beklerken üşüyüp de içeri girmek istediğimde elimdeki o GS poşetinin bana yapmış olduğu yamuktur. Bir elimde kahve kupası, kolumda çantam ve diğer elime de o poşeti alayım da içeri gireyim derken karton poşetin altının açılması sonucu ne var ne yoksa yere saçılan eşyalarım ve benim öylece yerde dağılmış eşyalara bakışımı hala unutamıyorum. Etrafıma bile bakamadan yerdekileri toplamam ve bozuntuya vermeksizin içeri gidişim ayrı konu zaten. Evet o sırada o cafede olup da beni göreniniz varsa o bahtsız benim :))

Geçen hafta da korkulu rüyam, geleceğimin şekillenmesinde büyük rol oynayacak sınav, IELTS'e girdim. Aslında beklediğimden daha kolay bir sınavdı ama işte şu stres ve heyecan faktörü insanı fazlasıyla etkileyebiliyor. Kendi potansiyelinizi gösteremiyorsunuz. Sonuçların açıklanmasına son 5 gün kaldı ve resmen heyecan dorukta bekliyorum. İstediğim puanı alırsam resmen dünyalar benim olacak ama alamazsam da hafif bir hayal kırıklığıyla tekrar sınav hazırlık sürecine dahil olucam.

Ardından Christian Bale'in rol aldığı ve benim filmden çıktıktan sonra o günün akşamında bunu öğrendiğim film "The Fighter" 'a gittim. Sevgililer günü bahanesiyle millet sevgilisiyle 'Aşk tesadüfleri sever' e giderken bizim dövüşçü filmine gidişimiz biraz enteresan olmuştu ama yine de güzeldi. Bence iyi bir karar vermişiz. :))

Gelelim bu haftasonuna. Kurssuz, sınav stressiz geçirilen bir haftasonu ne mükemmel bişiymiş. Cumartesi günü sevgili GS maçında iken ben de uzun zamandır görmediğim yüksek lisans arkadaşlarımla buluştum. 8 kişilik kalabalık grubumuz kahkahalarla hoş sohbet gırgır şamatayla hoş bir gün geçirdi. Birbirimizin tatlılarını ve içeçeklerini paylaştık, Seviyorum bu grubu: Burak-Mert-Serpil-Onur-Hale-Özge ve İlker :))

Pazar günüm ise çok fazla duygu dalgalanması yaşayarak geçirdim. Sabah çok enerjik ve içim kıpır kıpır kalktım. Dedim bugün çok güzel olucak. Ama evde kaldığım 2 saat içinde böyle bi kasvet çöktü resmen içime (sanırım havalardan- sevmiyorum böyle yağmurlu kapalı havaları, yaz güneş insanıyım ben) ve sevgiliyle buluştuğumuz saatten sonraki 2 saat boyunca geçmedi o. İnsanın içine sebepsiz bir sıkıntı çöker canınız bişey yapmak istemez ya aynen öyle. Neyseki mutsuzluğum sonradan azaldı ve sahilde martı beslememle yok olup gitti. :) Uzun zamandır dükkan dükkan aradığım ve yok onun topuğu şöyle yok bunun burnu böyle aman rengi kötü diye binbir bahane uydurup beğenmediğim, arayıp da bulamadığım ayakkabıyı sonunda buldum ve günü kapattım.

Bir haftasonunu daha bitirdik resmen, bu cumartesi pazar günleri hafta içinden daha hızlı geçiyor kesin. Yarın yine mesai, yine raporlar yine öğrenilecek bir ton yeni şey ve koşturmaca beni bekliyor olacak.. Herkese şimdiden iyi haftalarr..

3 Şubat 2011 Perşembe

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:


   Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
   Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
   Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

   İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
   Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
   Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
   Kopmaz kökler salmaktır oraya

   Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
   Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
   Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
   Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

   İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
   Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

   İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

   Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

   Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
   Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
   Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
   Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına   
   Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
   Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

                                Ataol BEHRAMOĞLU

30 Ocak 2011 Pazar

Ocak'ın son haftasonusu..

Yine ara verdim yazmalarıma ama inanın hayatımda olan olaylar, başıma gelen ilginçlikler ve son haftalardaki yoğunluklarım aynen devam ediyor..  Ara ara vücudumun kendini bıraktığını ve boşa aldığını hissediyorum bazen de anlık telaşlarım ve kızgınlıklarımla hızlanıyor ve inişli çıkışlı dalgalanmalar yaşıyorum. Yine nasıl geçtiğini anlamadığım bir haftasonunu daha bitirdim ve ocak ayının sonuna geldiğimizi farkettim. Önümdeki şubat ayı da oldukça aktiviteli geçecek eminim. Çünkü kutlanması gereken doğumgünleri ve kariyer açısından önem arzeden günlerle dolu bu sene Şubat benim için. Alttaki şiirimsi yazı Can Dündar'a ait ve bir arkadaşımın blogunda gördüm açıkcasıve sözleri çok hoşuma gitti, çalıyor ve ben de paylaşıyorum.. En altta da hem ses olarak hem fizik olarak beğendiğim bir bayandan hoş bir şarkı gelsin :) 


Dün Canım olan
Yarın, Düşmanım olmaz benim
Yaşananların hatırı hep saklı kalır,
Hatırları hep sorulur selamları hep alınır…
Sildiklerim vardır bir de,
onlar yanlışlarım ve pişmanlıklarımdır
Adları anılmaz, hatırları sorulmaz,
Sadece beddualarımdır
Vicdanla birlikte
Şeref ararım ben sevdiklerimde
Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim
Zaman gelir şerefsizleri de severim
Her yerde gözüm kulağım vardır benim
“Eksik söylemek yalan söylemek değildir” mantığındaki “Çok Dürüstler”?
Beni değil, kendilerini kandırırlar yalnızca
Bilmezden gelişlerim, aptala yatışlarım
Kaybetme korkumdan değil,
Karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır…
İnkar olmaz benim hayatımda
Yaşananı, “yaşanmamış” saymam
Sayanları da SAYMAM
Kelimelere sığmaz,
Sayfalar sürer beni anlatmak,
Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın
Yaşayan bilir beni, yaşamayan anlamaz
Ağırdır sevmelerim her yürek taşıyamaz,
Büyüktür umutlarım her omuz kaldıramaz

Shaina Twain - Forever and For Always...

15 Ocak 2011 Cumartesi

istanbul

hiç bu kadar uzak kalmamıştım istanbula, içinde olup onu yaşayamamak beni gerçekten üzüyor. millet haftasonunu gezerek tozarak sevdikleriyle vakit geçirerek harcarken ben yine koşturuyorum biryerlere tek başıma.. tadını çıkaramıyormuşum gibi geliyor bu zamanların.. belki de çok yoruldum son günlerde onun patlamasını yaşıyorum.

muhteşem bir hava vardı bugün ama ben sadece bu havayı kadıköyden beşiktaşa geçerken ve yine kadıköye dönerken 20 dakikalık vapurda ve 5 dak kurs arasında terasa çıkararak tadabildim. O kadar sıkılmışım ki son zamanlarda giderek artan öksürüğüme rağmen o rüzgarda dışarıda oturup yine martı besledim. ve bugün martılar konusunda çok enteresan birşey öğrendim. martılar çiziye bayılıyorlar :))))) simit veya poğaça almak için büfeye gittiğimde, kalmadığını söylediklerinde çok üzüldüm ve martı beselyecektim ben diyip dudak büzdüm, büfedeki abi de gel bak ben sana süper bişi vericem onunla besle dedi ve çiziyi uzattı. nasıl yaa gerçekten mi diye şaşkın gözlerle bakınca da biz hep bununla besliyoruz bayılıyorlar, simitten bile fazla seviyorlar diyince hadi dedim deneyeyim. hakkaten de öyle havada kapıyorlar valla :))
 
herhalde günümün tek beni dinlendiren aktivitesi buydu, onun dışında ise yine artık monotona bağlayan koşuşturmalarım ve çalışmalarım devam etti. istanbul gibi muhteşem bir şehirde zamanınızın çoğu trafikte geçince sinirleriniz baya bir alt üst oluyor. en son bugün kurs çıkışı bir an evvel kendi yakama geçeyim belki azıcık da olsa sahilde vakit geçiririm ümidiyle otobüse bindim. ne hayallerim vardı oysaki.. çok sevdiğim ve 2-3 ay öncesine kadar neredeyse 2 günde bir gidip saatlerimi harcadığım caddebostan cafe neroya gidip oturacaktım, sahil havası alacaktım chai lattem eşliğinde ama nerdeeee.. bindiğim otobüs şöforüne öyle gıcık oldum ki anlatamam. tüm yolu elinde telefonla konuşarak ve yolun en sağından aheste aheste ilerleyerek gitti. bir ara gidip yanına "geç allah aşkına kenara ben kullanayım şu otobüsü" demek geldi. zaten kısıtlı zamanım var, son zamanlarda 24 saat bile yetmiyor bana, yapmam gereken yetiştirmem gereken bir sürü şey var ve kendime ufacık bir zaman ayırmışım, sayesinde o da yolda geçti ve ben cafe neronun önünden öyle mahsun ve hayran gözlerle bakarak geçip gitmek zorunda kaldım.. ve üstüne böyle bir gereksiz zaman kaybından dolayı da sinirlendim. yarın belki yaparım bilemiyorum ama tek bildiğim bu ufak araya çok ihtiyacım olduğu.

9 Ocak 2011 Pazar

Işık Hızı

Bugünkü yazıma kadar genelde başlıkların hep "bugün ne yaptım" şeklinde oluyordu ama bu sefer farklı bir başlık yazmak istedim. Neden "ışık hızı" diye içinden geçiren ya da bu kız bu sefer bilimsel,fizikle alakalı şeylerden mi bahsedecek acaba diye soran olabilir belki. Hemen açıklayayım, son zamanlarda hayatım resmen ışık hızıyla geçip gidiyor ve ayak uydurmakta zorluk çekiyorum. Daha doğrusu sanki hayat akıp gidiyor ben de kıyısından köşesinden azıcık bir yerinden içine dahil oluyorum ama o beni orada bırakıp gidiyor, sonra başka bir yerde yine karşılaşıyoruz sonra yine bırakıp gidiyor. son 2 hafta nasıl geçti anlamadım. O kadar dolu dolu geçirmeme rağmen dönüp baktığımda ne yaptım bu 2 hafta boyunca diye düşündüğümde hiç birşey aklıma gelmiyor.

Daha dün gibi 2010 da bitiyor bakalım 2011 nasıl olacak diye düşündüğüm zamanlar ama şimdiden ilk haftasını bitirdik bile.. Nasıl başlarsan öyle gidermiş ya demekki bu 2011 çok çabuk geçecek benim için.


Klasik bir Dilek hareketi yapıyor ve hemen konudan konuya atlıyorum. Geçen hafta itibariyle bir sürü şey yaşadım, aklıma gelenleriyle bahsedeyim. Yeni işimin ilk yılbaşı gece organizasyonuna katıldım ve içkinin insana neler yaptırabileceğini gördüm. Şişede durduğu gibi durmuyor gerçekten, hiç beklemediğiniz insanlar o  3-5 yudumdan sonra öyle hallere düşüyorlar ki gülmeden edemiyorsunuz. Aynı günün sabahında gayet ciddi bir şekilde konuşan, iş bitiren adamlar akşamında kravatı kafasına takmış apaçi dansında kendinden geçiyor :)) Saygı duyduğun, önünde ciddileştiğin, konuşmana duruşuna dikkat ettiğin müdürlerin "hadiii oturmaya mı geldik" diyerek kadehlerini tokuşturuyorlar.. Senden neredeyse 15- 20 yaş daha yaşlı olan teyzeler son zamanların favori club müziklerinde çok güzel dansederken sen kendin topuklularla ayakların ağrır bir şekilde kaloriferin üstüne tünediğinde kendinden utanıyorsun (bknz. ben).

Hayat çok hızlı akıyor dedim ya bunda benim de payım var. Gerekli eğimi verip daha da hızlı akmasını sağlıyorum. Hafta içim zaten işten dolayı doluyken haftasonu mu da olabildiğince dolduruyorum ki dinlenecek vaktim kalmasın, o hayatın durgunluğunu hissetmiyim. Bunlardan en önemlisi de haftasonumu hayatımın en önemli sınavlarından biri olan IELTS sınavını geçmek amaçlı yazıldığım ingilizce kursu. Artık haftasonlarım İngiliz bir hoca eşliğinde çeşitli aktiviteler yaparak geçecek ama şunu gördüm son 2 haftada, her ne kadar yabancı dil konusunda yeteneksiz bir insan olsam da karşında anadili İngilizce olan, süper bir aksanla konuşan biri gördüğümde acayip etkileniyorum, ve içimden ingilizce konuşmak geliyor. ( Geliyor ama gerçekten çok zorlandığımı da belirtmeden geçemeyeceğim.)

Geçen hafta acayip keyif aldığım bir şey yaptım. Vapurda martı besledim ama az daha kendim de yem oluyordum. Zaten deniz insanıyım, denizi olmayan bir yerde yaşamak benim için çok zor bişi. Beni bilen bilir sıkıldığımda sevindiğimde tek gittiğim veya gitmek istediğim yerdir deniz kenarı. Havası, sesi, kokusu içimi boşaltır ve huzurla doldurur. Yine bir kurs sabahı kendimi vurdum vapura ve baktım martılar da var dedim besleyeyim. Sayemde vapurdakiler için hem eğlence hem de güzel fotoğraflık malzeme çıktı. Çünkü elimdeki poğaçaya saldıran martılar neredeyse 2 karış uzağımda gagasını açıp öyle bakıyorlardı. :))) Müthiş keyif aldım..

Yine çift hatlı zamanlarına geri döndüm dün itibariyle. Çalıştığım yer ve bina İstanbul'un göbeğinde olmasına rağmen kullandığım GSM operatörü çekmiyor ve mecbur kendime 2. bir hat almak zorunda kaldım..

Bugünüm ise acayip güzel başladı. Yeni işim itibariyle gittiğim eğitimde 3 haftamı beraber geçirdiğim ama gerçek iş mesaileri başladığında göremediğim birkaç arkadaşımla hoş bir sabah kahvaltısı yaptım. O insanları gerçekten seviyorum ve hayatıma girdikleri için de çok mutluyum. Çok kısa bir süre görmeme rağmen ( malum yoğun bir insanım) bu kadar keyif aldığım çok nadir organizasyonlardan biriydi..

Uzun zamandır beklediğim bir haber aldım. başka sektöre geçmeme rağmen hala mesleğimle alakalı şeyler karşıma çıkıyor. Sonunda üzerinde neredeyse 1 yılımı verdiğim, geceli gündüzlü çalıştığım ve yaz aylarında hoş bir sunum tecrübesi yaşatan araştırmam yabancı bir bilimsel dergiye makale olarak kabul edildi. Müthiş bir mutluluk ve gurur verici birşey bu bir insan için.. 

Daha kimbilir neler başıma gelmiştir, neler hissetmişimdir, neler yapmışımdır bu son 2 haftada ama aklıma gelmiyor ne yazıkki, yoğunluktan yazı da yazamıyorum.