26 Aralık 2010 Pazar

bi dolu günler..

bu haftasonumu dolu dolu geçirdim diyebilirim ama yazım da bir o kadar kısa olacak. çünkü yapmam gereken daha bi ton şey var ve o yüzden çabucacık bitireceğim. aslında bugün pazar ve tüm günümü evde ders çalışarak geçirdim, malum yeni işe adaptasyon ve olayı öğrenme gerekliliğinden ötürü insan maksimum çaba göstermek zorunda kalıyor.. ama asıl doluluğu dün yaşadım. sabahın erken saatlerinde başlayan günüm hava karardığında hala aynı yoğunlukta devam ediyordu.. kendimden baya bir para çıkışının olduğu bir gündü dün.. dünkü harcamalarım sonunda şunları kazandım, (beni batıran ve kredi kartı limitimi dolduran) ingilizce kursu, işte giymeyi düşündüğüm bir etek, şal, ingilizce kitapları, yine işte giyilmek üzere 5 adet çorap ve kol saati.. ayrıca alınmak üzere kafaya konmuş bir ton güzel şey buldum, eminönü ve tahtakalenin ara sokaklarını keşfettim, hanlarda yeni insanlarla tanıştım, süper bir esnaf lokantasında yemek yedim.. o günün akşamında güzel müzikler yapan bir adamla tanıştırıldım. bizzat tanışmadım tabiki ama en azından artık kim olduğunu biliyorum ve dinliyorum ...:))

her yazımda söylüyorum insan hayatı çok ilginç diye ve her geçen gün de gelişen olaylarla bunu bir kez daha iyi anlıyorum diye. daha 1ay öncesine kadar tanımadığım, kim olduğunu bilmediğim kişilerle artık haftanın 7 günü beraber olacağım. çok iyi ve değerli insanları tanıdığımı düşünüyorum ve sanırım bu konuda da çok şanslıyım.. neyse bitiriyorum, dersime geri dönmeli ve yarınki işe hazır olarak bugünümü bitirmeliyim.. :)



20 Aralık 2010 Pazartesi

arada kalmak

Bugün hiç bir yere ait hissedemedim kendimi.

Hiç birşey yapmak gelmedi içimden.

Gece uyuyamamıştım, onun vermiş olduğu rahatsızlıkla kafada bi ton düşünce zaten işte de dikkatimi toplayamadım ve bana çok uzak konulara konsantre olmaya çalışmama rağmen pek başarılı olamadım sanırım, bu da beni üzdü..

Sonunda daha da kayboldum..

Aldığım bazı kararlardan vazgeçmek zorunda kaldım, şimdi de bir çıkar yol bulmaya çalışıyorum.

Sanırım boşluktan çıktıktan sonra geçirdiğim tempolu ve heyecanlı günlerin yorgunluğunu da yaşıyorum.

Yorgunum evet..  Böyle karışık ve allak bullağım.

19 Aralık 2010 Pazar

ilk haftasonum

Önceden 2 yıllık yoğun bir iş tecrübem olmasına karşın uzun süredir boş gezen bir insan olduğum için hafta içim ve haftasonum belli değildi, bana hergün tatildi. O yüzden de günlerin ismi veya tarih çok da önem arzetmiyordu benim için. Her gün birbirinin aynıydı ve geçip gidiyordu bir şekilde.. Ama özellikle yaşadığım son 1 hafta bana çalışan bir insan için haftasonunun ne kadar önemli ve güzel bir şey olduğunu tekrar hatırlattı.

Nasıl geçti anlamadım resmen, dinlenme fırsatı bile bulamadım sürekli dışarıdaydım evime sadece uyumaya geldim diyebilirim ama bütün haftasonunu evde geçirseydim sanırım çok daha yorgun ve mutsuz olurdum.. Günlerimi dolu dolu yaşamayı, hayatın tadına varmayı seviyorum.. Keşke elimde olsa yapmayı istediğim o kadar çok şey var ki, bu kısacık hayata nasıl sığdırılır hiç bilmiyorum. Eminim ilerde yaşlandığımda hala yapmak isteyip de yapamadığım çok şey olacak.. İnsan çoğu zaman hayatın akışına kendini bırakıyor; işin, gücün, sıkıntıların, zorlukların karşısında hayatı kaçırdığının farkına varamıyor.. Aslında olan bütün kötü şeylere rağmen pozitif olmalı ve her zaman olmasa bile arada sırf kendi istediği şekilde hayatını yaşamalı, kendine o güzelliği yapmalı diye düşünüyorum.. Çünkü bu hayat başkasının hayatı değil ve biz bu dünyaya başkasının hayatını yaşamaya veya yaşatmaya gelmedik. Bu haftasonum da kendi istediğim şekilde geçirdiğim bir haftasonu oldu..

 Sevdiklerim ile beraber çok güzel vakitler geçirdim, gezdim, dolaştım, güldüm, heyecanlandım, tepki gösterdim.. Tepki gösterdim dedim ama kötü manada değildi bu tepki, beni bilen bilir, heyecanlandıysam veya o an bir şaşkınlık yaşadıysam anında belli ederim. Bu belli etme sözle, mimikle veya davranışla olabilir.. Bugünkü tepkim de hiç beklemediğim bir yerde karşılaştığım gelindi.. :)) Gidip o heyecanlı yeni evli çifte mutlu olun, bırakmayın birbirinizi demek istedim ama yapamadım.. :)

Yine bilen bilir, çok bahtsız, sakar bir insanımdır..Hiç akla gelmeyecek, yok artık denilecek şeyler gelir başıma.. Gittiğim bir mekanda olmadık şeylerle karşılaşırım.. Allahtan şu ana kadar bir zarar görmeden ve etrafımdakilere zarar vermeden atlattım..

Daldan dala atlıyorum belki ama aklıma gelen şeyleri yazmak, paylaşmak için ya da sadece içimi dökmek için yazıyorum bu yazıları. O yüzden paragraflarım arasında en ufak bir bağlantı olmuyor genelde.. Şimdi de aynen aklıma gelen şeyi yazarak devam edeceğim. İstanbul büyük görünmesine rağmen aslında çok küçük bir şehir. Bunu hergün bir kez daha anlıyorum.. Ama her geçen gün de İstanbul'a daha da çok bağlanıyorum, gecesi ayrı güzel gündüzü ayrı güzel bir şehir burası. Sanırım başka bir şehirde yaşamayazdım, doğma büyüme İstanbullu olmama rağmen görmediğim gitmediğim o kadar çok güzel yeri varki keşke turist olsaydım da her köşesini gezip her köşesinde bir anı bırakabilseydim..

Bu arada hayatımdaki değişikliklerden ötürü giderek eriyorum.. Yemeden içmeden kesildim resmen. Normalde 36-38 beden giyen ben dün hayatımda ilk defa 34 beden bir kıyafete girdim.. Yakında 0 beden falan olmaktan korkuyorum.. Biri beni kurtarsın ve tıksın ağzıma bişeyler :))

Yarın yeni bir hafta daha başlıyor, yakında yeni bir yıla da gireceğiz.. 2010 güzel başlamıştı, uzun zamandır uğraştığım ve bitirmek istediğim şeyi bitirmiştim o beni bitirmeden.. Yıl sonuna doğru kötü gitmeye başlayan ve ümitsizliğe kapıldığım 2010 yılım son anda 180 derece dönerek yüzümü güldürdü.. Bakalım 2011 bana ne getirecek, nasıl geçecek yine meraklardayım... Erken ama şimdiden iyi dileklerimi sunmaya başlayayım. Umarım 2011 herkese mutlu, sağlıklı, huzurlu günler getirir..

15 Aralık 2010 Çarşamba

Bugün ne yaptığımı, ne hissettiğimi veya ne düşündüğümü yazmayacağım.. Sabah ofise gittiğimde ajandamı açtım ve bugünün tarihinin olduğu sayfada Can Yücel'in bir şiiri (yazısı da denebilir) vardı , onu paylaşmak istiyorum sadece...

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma;
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Birgün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
işte budur hayat!
işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin Kadar Sevilirsin

14 Aralık 2010 Salı

14.12.2010

Dün yeni bir hayat demiştim, yeni bir sayfa açıyorum hayatımda demiştim. Bugün o sayfanın açıldığını, yeni iş arkadaşlarımın yolladığı çiçek üzerindeki "Aramıza Hoşgeldin" yazısıyla bir kez daha iyi anladım. İnsan daha 1 gündür tanıdığı insanlardan böyle güzel bir jest alınca çok mutlu oluyor. Notu okuyup da ofise çıkarken yüz ifademin tebessümden sırıtıklıklığa ondan da 32 dişe döndüğünü asansördeki aynadan farkedince kendime baya güldüm..

Bunun dışında ise çok değişik eylemlerde bulundum.. Düşünmek, susmak, dinlemek,konuşmak, anlamaya çalışmak, sonra yine düşünmek, düşünmek, beklemek, üzülmek, sevinmek, özlemek gibi... Aslında hiçbiri bedenen bir yorgunluk yaratmıyor ama zihnen yorgunluk bedenen yorgunluktan çok daha zor bişi.. Çünkü siz istemeseniz de o eylemleri gerçekleştirmeye devam ediyor ve engel olamıyorsunuz..

Her gün ayrı bir şarkıya takılıyorum bu aralar.. Bugünkü favori ve neredeyse 10 kez dinlediğim şarkı: Buyrun iyi dinlemeler...

http://fizy.com/s/1jox68

13 Aralık 2010 Pazartesi

yeni bir hayat

ne denir bilmiyorum, insan hayatı çok ilginç. açıklamaya çalışıyorsunuz ama kelimeler kifayetsiz kalıyor. anlamaya çalışıyorsunuz ama öyle bir labirentin ortasında buluyorsunuz ki kendinizi içinden çıkamıyorsunuz. bir an ağlıyorken 2 sn sonra kahkaha atabiliyorsunuz.. bir ordasınız bir burdasınız..

işte ben de bütün bunları hayatımın şu son günlerinde fazlasıyla yaşadım hala da yaşamaya devam ediyorum. bu yazıyı neden yazıyorum, çünkü bugün hayatıma yeni bir sayfa açıyormuşum gibi hissettim..ve içinde bulunduğum karmaşayı 2-3 cümle ile yazmak istedim ama yazarken bile içinden çıkamadım, konuyu toparlayamadım..

ama şunu biliyorum insan hiç hissetmediği şeyleri hissedebiliyor, hiç yaşamadığı yerlerde bulunabiliyor, tanımadığı insanları hayatına sokabiliyor ve kardeş/dost/sevgili/arkadaş/düşman olabiliyor hem de çok kısa süreler içinde.. şimdi de merak ediyorum hayat beni daha nerelere sürükleyecek, sonum ne olacak diye :)))

12 Aralık 2010 Pazar

12.12.2010

çok kısa bir yazı olacak bugünkü yazım. uzun zamandır hiçbirşey yazmıyordum ve bugün hatırlatılmasıyla tekrar dönmeye karar verdim. ama bugün için yazabileceğim tek şey şu: resmen titredim.. baştan aşağı titredim...

yazının sonuna da yine sevdiğim sahil fotolarımdan birini eklemek istedim...

2 Ekim 2010 Cumartesi

bugün ne gördüm..

 bugün günümün çok kısa bir bölümünü evimden dışarıda geçirmeme rağmen enteresan kişiliklerle karşılaştım, değişik anlar yaşadım..

- saçıma fön çektirmek amacıyla girdiğim kuaförden resmen kovuldum, en fazla 10 dakikada çekilecek bir fön için "gelin gelecek, gelin saçı yapıcaz müşteri kabul edemiyoruz" mantığıyla gönderildim ki ortalıkta ne gelin vardı ne de başka biri..

- gittiğim diğer kuaförde de hayatımın en kısa fönünü çektirdim. tam tamına 5 dak sürdü. koltuğa oturmamla elinde fön makineleriyle donanımlandırılmış 2 eleman etrafımı sardı. biri bi yandan diğeri öbür yandan çekiştirdiler, zaten az olan saçlarım hemen düzleştirildi ve 5 dak sonra kuaförden çıkmıştım :)

- fotoğraf çektirmek amacıyla gittiğim fotoğrafçıda ortaya çıkan fotoyu görünce resmen sopa yutmuş gibi bir hal aldığımı gördüm ve kendimden utandım.. fotoğraf çektirmeyi sevmeyen ve kesinlikle poz veremeyen ben yine bu beceriksizliğimi gözler önüne serdim...

- bekleyenler olmasına rağmen en son gelen ve bir an evvel işinin halledilmesi için söylenen ve ısrarcı olan bir teyzeyle karşılaştım...

- bu teyzeyle muhattap olan dükkan sahibinin teyzeye çıkışını gördümm... " evden çıkmaya gelince acele edemiyorsun ama benim dükkanıma ne zaman gelsen acelen var.. görüyorsun ki müşteri var, hep aynı şey. kızın geliyo acelem var diyo, sen geliyorsun acelem var diyorsun. hep aynı şeyi yazıyorsunuz. sıranı bekleyecen teyze!!!" bu yüzden mahallemizdeki fotoğrafçıya sonsuz saygılarımı sunuyorum..

28 Eylül 2010 Salı

bekleyiş..

2 gündür ailece tedirgin bir bekleyiş içerisindeyiz.. insan başına gelmeyince anlamıyor veya başka insanların durumuna tanık olsa bile kısa zamanlı bir paylaşım oluyor ve ardından unutuluyor çoğu şey..

bizim 3 kişilik küçük ailemizde de son 2 gündür sessizlik yaratmamak ve sürekli gerekli gereksiz konulardan muhabbet açmak gibi bir durum yaşanıyor. amaç da aslında herkesin beynini yiyip bitiren bir konuyu açmamak, kendi tedirginliğini belli etmemeye çalışmak, sanki sizi rahatsız eden o kuşkular yokmuş gibi davranmak ve etrafındakilere de onu hissettirmemek..

2 gün önce annemin zorlaması sonucu ve 1 aydır bitmeyen öksürük şikayetiyle babamı sonunda doktora götürebildik. uzun zamandır sırf üşengeçliğinden doktora gitmeyen babamda şeker çıktı.. artık bundan sonra düzenli beslenecek, börek çörek ve tatlılardan olabildiğince uzak duracak. ama asıl bizim içimizi kemiren şey ne yazıkki "şeker" değil. öksürükten dolayı çekilen röntgen sonucu sağ akciğerde bir kitle tespit edilmiş. 2 gündür tahliller, tetkikler, tomografi vs. nedeniyle sürekli o laboratuar senin bu hastane benim dolaşıyorlar. şüpheler hala sürüyor ve yarın yapılacak bronskoskopi sonucu akciğerden parça alınacak ve patoloji sonucuna göre herşey belli olacak.. hastalık bu, ne zaman nerde kimin karşısına çıkacağı belli olmuyor ama insanın en yakınının başına gelince bütün dengeler bozuluyor. kendi başıma gelse bu kadar takmam oysaki kafaya...

her zaman kendinden emin ve güçlü görünen babanızı bu durumda görmek çok acı verici.. bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama güçlü görünmeye çalışıyo fakat onun da içindeki korku ve şüpheden dolayı gözlerinde bir çaresizlik hissediyorum.. odama çekildim ve sıkıntıdan bu satırları yazmak geldi içimden.. umarım yarın küçük ailemiz için güzel bir gün olur..

24 Eylül 2010 Cuma

dolu dolu bir gün :))

bugün aslında monoton ama yine de dolu dolu bir gün geçirdim diyebilirim.. sabah kalkıp güzel bir kahvaltıdan sonra, 2 gün önce aranıp çağırıldığım tekin acar'da yapılacak biotherm'in cilt analizi uygulamasına katıldım.. aslında her ne kadar kaliteli bir cilde sahip olduğum söylense de kendi adıma dönem dönem problemler yaşıyorum. mesela siyah noktalar, mesela T bölgesindeki yağlanma ve özellikle yaz aylarında çıkan minik pötürcükler ve son zamanlardaki hava değişimlerinden ötürü gelen kuruma... Biotherm'in yetkilisi bayan çok yardımcı oldu hatta benim dememe kalmadan kendisi benim problemlerimi bana gösterdi saolsun.. sonrasında da hem bugün hem de ilerisi için daha iyi ve problemsiz bir cilt için bana önerilerde bulundu.. Aslında her bulduğum ürüne atlamayı ve kullanmayı seven bir insan değilim. Aksine çok hassas bir cildim olduğundan hemen alerji veya kızarıklıklar yaşadığımdan ve hatta geçen sene başımdan kötü bir deneyim geçmesinden ötürü baya bir temkinliydim ama yine de kendimi o ürünleri almaktan alıkoyamadım.. Belki de biotherm'in bilinen ve güvenilir ürünleri olduğunu duyduğumdan olabilir. Güvenmek istedim açıkcası.. İşte bunlar bugün Tekin Acar'dan çıkarken poşetimde olan ürünler:

Büyük boydaki ürünler benim aldıklarım, şeffaf poşet içindekiler de saolsun biotherm'in hediyeleri :)) neler aldığımı merak ederseniz hemen açıklayayım.. En soldaki Biosource Biosensitive temizleyici köpük, hemen yanındaki Biosource arındırıcı peeling ve en sağdaki Biopur kil maskesi.. Poşet içindekiler de Biosource tonik, Aquasource nemlendirici, Multicharge göz çevresi kremi ve Aquasource dudak nemlendiricisi.. Kil maskesi ve peeling özellikle siyah noktalar için birebirmiş. Nemlendirici konusunda da benim gibi hassas ciltler kremimsi değil de jel gibi olan ince ve hafif nemlendirici kullanmalıymışlar. Bu da benden size bir tüyo olmuş olsun :))
Biraz önce temizleyicimi, toniğimi ve nemlendiricimi kullandım.. Şu kadarını söyliyim ne temizleyici köpüğü ne de toniği öyle cildi yakan ve rahatsız edici cinste değil. Gayet hafif ve fresh bir etki veriyorlar. Nemlendiricisi de mükemmel kokuyor.. Haftasonu da kil maskesi ve peelingi deneyeceğim..

Bu bakımla alakalı saatlerden sonra araya 3 saat kadar doktora dersimi sıkıştırıp sonrasında sevgülümle eve dönüş yolunda bir keyif yapalım dedik. Bostancı Moonstruck'ta oturduk...Çaldığı jazz müziği olsun, loş ışıklandırması olsun, evimize yakın merkezi bir yer olması açısından olsun fena değil denecek bir yer... O., birasını ben şarabımı aldım, 2 kelam sohbet ettik, hafif çakırkeyf olup evlerimizin yolunu tuttuk.. 



Eve geldim ki ne göreyim, masamda bir kargo poşeti.. Hediye olarak gelen ve benim de bu haftasonu sefgülüme hediye edeceğim Basketbol dünya şampiyonası için Nike'ın özel ürettiği tişörtlerden biriydi... Saolsun takip ettiğim bloglardan birinin sahibesi sevgili Naz, bu tişörtü bana yolladı.. Bakalım sefgülüm de beğenecek mi bu hediyeyi görecezzz :))



Bugün sürprizlerle, hediyelerle, keyiflerle, eğlencelerle, alışverişle geçen bir gün geçirdim, darısı diğer günlerimin başına diyorum ve aranızdan bugünlük ayrılıyorum... :))





19 Eylül 2010 Pazar

bugün ne yaptım 2

bugün biricik sevgülüm beni bir süredir uğramayı istediğim IKEA'ya götürdü.. Birşey almam gerekmiyor ama nedense çok eğleniyorum ben orda.. çeşitli ev aksesuarlarını karıştırmak, rengarenk dolaplar, tabaklar çanaklar arasında gezinmek, koltuk kanepe ve yatakların üstüne kendini bırakmak, hazır ev çözümleri ve mekan tasarımları içerisinde kaybolmak acayip güzel bir duygu.. her köşesini gezdik resmen... oradayken insanın ev döşeyesi geliyor, sürekli gördüğü parçaları hafızaya alıp ileride sahip olmayı istediği ev için şimdiden tasarlamalar yapıyor. en azından benim için öyle oluyor... o kadar kendimi kaptırmışım ki bloga koyarım diye 2 fotoğraf bile çekemedim :))

Sonrasında muhakkak uğradığımız yer olan kasaların ordaki isveç gıda ürünlerinden çikolata ve kurabiyelerden aldık sosislimizi yedik...dolanma safhamıza devam ederken bir de ne görelim... spor ayakkabıda indirim :)) ikimiz de ayakkabı sever ve özellikle spor ayakkabılara dayanamayan bir çiftiz.. nasıl bir şanstır ki uzun zamandır aradığım bir ayakkabının tam da istediğim renk ve modelini hiç olmayacak bir indirimde buldum.. nasıl mutlu oldum anlatamam... benim ayakkabı baktığımı gören sevgülüm O. da bu seneki 3. spor ayakkabısını aldı. 40 yılda 1 ayakkabı alıyorum derler ya bizimkisi 40 günde 1 ayakkabı alıyor :)) bense sevdiği ayakkabıdan vazgeçemeyen artık yırtılana kadar uyumlu uyumsuz herşeyin altına aynı ayakkabıyı giyen yine de mutlu olan bir insanım... 

bugün beni mutlu eden sevgülüme ikea'nın sloganını uyarladım, kendisine  yeni bir isim taktım:
"O., evimizin erkeği"  :)))

18 Eylül 2010 Cumartesi

bugün ne yaptımm??

Çok güzel bir güneşli havayla uyandım diyebilirim.. Twitter'ıma da yazmıştım "çıkarsam dışarı eve girmek istemeyeceğim bir hava var dışarıda" diye, gerçekten de öyle oldu, eve dönmek istemedim..

İlk başta 1 saat anneyle dışarıda ufak tefek işlerin halledilmesinden sonra sevgili arkadaşım P. ile güzel bir Starbucks buluşması yaptık Caddebostan'da. Sohbet muhabbetten sonra P. beni kendimden geçebileceğim bir ortam olan boncuk malzemeleri satan bir dükkana götürdü... Bu aralar takı toka boncuk olaylarına fazlasıyla kafayı takmış durumdayım... Yine kendimden geçerek tahta renkli boncuklar,çeşitli şekil ve renklerde keçeler ve metal aksesuarlar aldım... P. ile ayrıldıktan sonra caddede bir yürüyüş ve sonrasında yine en mutlu olduğum mekanlardan biri olan sahile yolumu çevirdim.

Mutlu / üzüntülü / sinirli olayım hiç farketmez, deniz kenarı beni her zaman dinginleştirir. Mutluysam daha da mutlu olurum, üzüntülüysem de sakinleşirim huzur dolar içime, heleki bir de güzel güneşli bir hava varsa, güneşin ışıkları denizin üzerinde pırıl pırıl ışıltılar bırakıyorsa değmeyin keyfime.. Bugün de yine öyle güneşli günlerden biri olduğu için sahilde yürümekten kendimi alamadım.. İşte bunlar da güzel sahilimden fotolar...

Yürürken yeni biçilmiş çimen kokusu bana eski yazlarımı hatırlattı.. Güzel yürüyüşten sonra eve dönmek için otobüse bineyim dedim ve yine Murphy kanunlarıyla karşı karşıya kaldım.. Normalde istemesen bir sürü otobüs arka arkaya gelir ama beklediğin zaman da bir tanesini bile bulamazsın.. Tam 25 dakika otobüs bekledikten sonra yine dolmuşa binerek evimin yolunu tuttum.. Size de oluyor mu aynısı bilmem ama bi 10 dak bekledikten sonra insanın içi rahat etmiyor, sürekli kafanızda şu soruları soruyorsunuz.. şimdi bukadar bekledim heran gelebilir otobüs biraz daha bekliyim, ben dolmuşa binerim otobüs gelir kesin falan gibi.. :))) 

Son olarak da evime gelip aldığım incik boncukla ilk ürünümü oluşturdum... İşteee keçeden mini yıldız şeklinde anahtarlık :)))

17 Eylül 2010 Cuma

okul hayatına dönüş

İsteksiz bir doktora öğrencisi olarak dün ve bugün okuluma gidip, yapmak zorunda olduğum ders kaydımı ve harç ödememi yaptım. Hala bana ne katacağı konusunda tereddütlerim olmasına karşın; evde boş oturmıyım bari, en azından okula giderim vakit geçer veya sevgilimi/arkadaşlarımı görürüm iki sosyalleşirim mantığıyla doktoraya (zoraki!) devam eden birisiyim. 

Dün de yine ders seçimleri için çok sevgili okuluma gittim. Lisans hayatımın ilk senesinden beri süregelen bir alışkanlıkla yine ders seçimlerimde kararsızlıklar yaşadım, doktorada bile peşimi bırakmayan kontenjan dolumu gibi talihsizliklerle karşılaştım.

Kendimi bildim bileli bu hep böyle olmuştur... Bir program yaparım kafamda, okula giderim, aaa bi bakarım millet gayet kolay ders kaydı yaparken benim almak istediğim derslerin kontenjanı dolmuş... Hemen git hocayla görüş, aman dilekçe yaz, otomasyona bildir sonra bilgisayar başında bekle dur kontenjan artsın da kayıt olayım diye. Yaklaşık 8 senedir aynı okuldayım ve bu olayları yaşamadığım bir sene dahi yoktur inanın. Evet biraz şanssız bahtsız bir insanım.. 

Her neyse bu sene de aynı şey oldu ama artık karar vermiştim, amannn alamıyorsam da alamam hayırlısı, demekki kısmet değilmiş, doktorayı bırakmama da bahane olur bu sayede gibi rahat bir moddaydım. Belki de bu yüzden bu seferlik daha kolay hallettim işlerimi.. :)) Mukadderat işte :))

Yalnız çok enteresan bi olay yaşadım, 8 senedir aynı okuldayım diyorum ya, neredeyse hergün (özellikle de yüksek lisansım sırasında) sürekli gördüğüm hocalarımdan birinin odasına girdim yine bu ders seçimleriyle alakalı olarak. Kendi danışman hocamın odasında olsun, fakülte koridorlarında olsun sürekli karşılaştığım hoca bana "sen yenimisin, snei hiç görmedim" dedi... Nası yaa dedim içimden.. Hayır öyle silik bi öğrenci de değilim ki kardeşim, "hoca sen nerde yaşıyon, nası hiç görmedin beni ya" diyecektim ama diyemedim tabi..

Neyse bunu anlatmam bana ve size ne kattı bilmiyorum ama işte paylaşayım dedim. Yeni eğitim öğretim yılı da açılıyor, gidip kendime yeni kalemler alayım bari :)))

15 Eylül 2010 Çarşamba

uykum kaçtı, blog yazmaya karar verdim

Eveeett... Sonunda ben de bu camiaya giriyorum sanırım.. Normalde insanlar blog yazmaya nasıl karar verir, ne şekilde blog yazmaya başlar ya da amaçları nedir bilmiyorum ama benim sebebim çok ilginç (en azından benim için) ...

Başlıktan da anlaşılıyor aslında uykum kaçtı ve blog yazmaya karar verdim :)))

Yatakta geçirilen uykusuz bir 1.5 saat, bi o yana bi bu yana dönmelerin sonucunda kapkaranlık odamın ortasında yatağın ortasına oturmuş bilgisayarımı kucağıma almış gözümü alan monitörün ışığında nette geziniyordum. gecenin bi yarısı ne yapacağıma karar verememe durumundan sonra hadi bi blog yazayım, ben de "blogger" olayım düşüncesi beni dürttü diyebilirim.

Normalde uykusu kaçan bi insanın aklına böyle şeyler gelmez.. ne biliyim bi yoğurt yiyeyim, süt içeyim belki uykum gelir, kitap okursam belki çaresi olur gibi düşünceler normal(!) insanların aklına gelirken benim gibi olmadık zamanlarda olmadık şeyler aklına gelen birinin böyle bir karar alması aslında çok da garip gelmemeli. tabi bu kararı almamda birsürü blog takip eden ve blogger arkadaşları olan biri olmamın etkisi olabilir düşüncesindeyim. şaka maka ilk yazımı da yazmış oluyorum, paragraflarım var ne mutlu bana hihihi... ilk yazı için yeterlidir herhalde :P tecrübesiz blog sahibesi olarak bir de "about me" yazısı yazarsam güzel bir başlangıç yapmış olurum herhalde... haydin güzel geceleeerr...